Türbeleri
MİHRİ HATUN TÜRBESİ:
IV. Murat, Bağdat Seferi’ne giderken eşi Mihri Hatun hastalanmış ve Kargı’da kalmış. Mihri Hatun  altın ayakkabısından bir tanesini satarak Kargı’da Mihri Hatun camisini, Erkekler Hamamını ve çayırdaki değirmeni yaptırmış, buralara kendi ismini vermiştir. Vefat eden Mihri Hatun, Kargılılar tarafından kendi isteği üzerine Namaz Tepesi’nde yaptırdığı türbeye defnedilmiştir.  IV. Murat geldiğinde Mihri Hatun’un vefat ettiğini öğrenmiştir.
Günümüzde Mihrihatun Türbesi ve kabristanlık iç içedir. Bu kabristanlığa girildiği zaman kabirler üzerinde sarı, kırmızı, mavi ve eflatun renkte çiçekler dikkati çeker. Arife günlerinde kabristanlığa gidenler Mihrihatun Türbesi’ni de  ziyaret ederler.
 
KADRİYE HATUN TÜRBESİ:
Çetmi yaylası yakınlarındadır. Buhara’dan gelen 7 evliya Çetmi yaylası yakınlarında konaklamışlar. Her gün zikir ve ibadetlerine devam etmişler. Onlar ibadet ederken çevrede bulunan çam ağaçları da secde yaparlarmış. Bunu orada yaşayan “Kadriye  Hatun” diye  anılan bir  kadın görmüş. Köye gelip gördüklerini anlatmış, fakat köylüler ona inanmamışlar, hatta deli olduğunu iddia etmişler. Yalnız bu duruma ondan başka hiç kimse tanık olmuyormuş. Yine bir gün bu insanlar ibadet ederken Kadriye Hatun secde yapan çamlardan birine başındaki çarını çıkartıp takmış. Daha sonra oraya kocasını getirerek çam ağacını göstermiş. Eşinin başındaki çarı, onun asla  çıkamayacağı yükseklikteki bir ağacın tepesinde gören adam ona inanmış. Kadriye Hatun’un  mezarı öldükten sonra oraya yapılmış, türbesi yukarıda anlatılanların yazılı olduğu bir yazıtla orada bulunmaktadır.
 
BUHARALI HACI YUSUF EFENDİ TÜRBESİ:
Halk arasında anlatılan rivayete göre şimdiki adı Gökçedoğan olan Tekkeşin Köyü’ne Buhara’dan geldikleri söylenen üç evliya, İslami bilgi ve görgü kurallarını öğretmek amacıyla yerleşmişler. Köyün merkezi yerine bir tekke yaptırmışlar. Bu tekkede halkı toplayarak  sohbet ve ibadet ediyorlarmış. Gün geçtikçe tekkeye gidip gelen çoğalıyormuş, bu gelenler birbirlerine tekke şen diyorlarmış. Böylece köyün ismi de  Tekkeşin olarak kalmış. Bu üç evliyadan Hacı Yusuf Efendi’nin mezarı Tekkeşin Köyü Kur’an Kursu ve Okul Talebelerine Yardım Derneği’nin bahçesinde bulunmaktadır. Mezarlardan biri köyün mezarlığında, biri de Tekkeşin yaylasındadır.
 
ŞIH HASAN BABA:
Asıl adı Horasani Şeyh Muhuyyiddin-i Hasan’ dır. Halk arasında Şıh Hasan Baba adıyla anılmaktadır. Horasan erenlerindendir. Hayatı hakkında hiçbir bilgi yoktur. Mihrihatun Camii önünde meftundur.
 
ŞANDIR BABA:
Mezarı ilçenin güneyinde Kızılırmak’ın karşı kıyısında Avşar Dağı’ndadır. Mezarın etrafı duvarla çevrilidir. Mezarı 5m. boyundadır. Çeltik arazisinin ortasında kuzey güney istikametinde “Şandır Yolu” diye anılan bir yol mevcuttur. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur.
 
BUNSUZ DEDE:
Mezarı Kargı yaylasının güneyindeki tepededir, 4-5 m. uzunluğundadır. Mezarın bulunduğu  tepede “Bunsuz Çiçeği” diye anılan bir çiçek vardır.
Halk arasında Osmancık’ta bulunan Koyun Baba’nın, Şandır Baba ve Bunsuz Dede ile  kardeş olduğu rivayet edilmektedir. Bu üç kardeş öldükten sonra gömülecekleri yeri belirlemek üzere Kargı Dağı’nın tepesinden taş atmaya karar vermişler. Önce Koyun Baba taşı atmış. Koyun Baba’nın attığı taş Osmancık’a, Şandır Baba’nın attığı taş Avşar Dağı’nın eteklerine düşmüş. İkisi taşların düştüğü yere gömülmüşler, Bunsuz Dede Kargı Dağı’nın tepesinde kalmış.
Başka bir rivayete göre de, altı kardeş oldukları, diğer kardeşlerin mezarlarının Kargı’nın çeşitli yerlerinde olduğu söylenmektedir.
 
MAKSUT DEDE:
Türbesi Maksutlu Köyü mezarlığında bulunmaktadır. Hakkında fazla bir bilgi bulunamamıştır. Yanında da kızının mezarı bulunmaktadır.
 
KARGI EFSANELERİ
 
DİPSİZ KUYU EFSANESİ:
Kargı ve civarlarında eskiden yeni gelinler, başlarına “kırmızı pullu” örterlermiş. Zamanında yeni gelinlerden bir tanesi akşama kadar kayınpederi ile  çift sürmüş, akşam olunca kayınpederi onu öküzler ile önceden eve göndermiş. Öküzler yol üzerinde  Dipsiz Kuyu olarak bilinen yerden su içmek  istemiş,  gelin de onlarla  suya girmiş. Ancak bir süre sonra öküzler suyun dibine doğru batmaya başlamış. Onları kurtarmak isterken Dipsiz Kuyunun suyu al pullu gelini de içine çekmiş. Eve gelince gelinini bulamayan kayınpeder ve tüm aile sabaha kadar gelini aramışlar. Sabah olduğunda Dipsiz Kuyu’nun içinde al pulluyu görmüşler. Gelini  bulabilmek için uzun sırıkları birbirine bağlayıp(efsaneye göre yüz tane sırık) kuyunun dibine ulaşmaya çalışmışlar ama ulaşamamışlar. O olaydan sonra oranın adı Dipsiz Kuyu olarak kalmış. Gelinin boğulduğu yerden su halen çıkar. Rivayete göre, Dipsiz Kuyu’nun suyu çift sürme zamanında kırmızı renge dönermiş.  Dipsiz Kuyu Göveren Bayırı’nın bitimindedir.
 
KANLI TAŞ:
Tarlaya çalışmaya giden bir kadın, ilerden gelen düşman askerlerini görünce kendisine bir kötülük yapacaklarını zannedip korkmuş. O an yanında durduğu taşa dönüp, “Allah’ım taş yarılsın da içine gireyim, beni görmesinler!” diye dua etmiş. Bunun üzerine taş ortadan yarılmış ve kadın içine saklanmış. Ancak saçlarından bir tutam dışarıda kalmış. Bunu gören düşman askerleri taşa rastgele kılıçlarını saplamışlar. Taşın içinden kanlar akmış. Rivayete göre Kanlı Taş’ın gelinin kanıyla durduğu ve zaman zaman taşın kan ağladığı söylenilmektedir.
Sel sularının altında kaldığı tahmin edilen Kanlı Taş’ın, yeni sanayi sitesinin yakınlarında olduğu sanılmaktadır.
 
ASKERİN MEZARI:
1934 yılında İnegöllü Recep, Cihadiye Köyü Karakolu’nda askerliğini yapmak için gelmiştir. Bir gün komutanlarından görev yaptıkları yörede orman kaçakçılarının bulunduğunu, onları yakalayana kırk gün izin verileceğini öğrenir. O gün Recep ve üç arkadaşı silahlanıp kaçakçıları  aramak için yola çıkarlar. Recep şüphelendirmeden kaçakçılara yaklaşabilmek için asker elbisesini çıkarıp, sivil giyinir. Kaçakçıların yerini öğrenince oraya işaret koyarak, karakola geri döner. Üç asker kaçakçıları yakalayıp Boyabat’a götürmek için tekrar yola çıkarlar. Kaçakçılar suçlarını kabul etmezler; bunun üzerine askerler Delik Gürgen’in yanında bekleyen Recep’in yanına varırlar ve durumu anlatırlar. Recep, arkadaşlarına kaçakçıları mutlaka getirmelerini söyler ve gönderir. Uzun süre bekler arkadaşlarının gelmediğini görünce kalkıp kendisi de kaçakçıların yanına varır. Kaçakçıları gitmeye zorlamak için arkadaşlarından silahlarını doldurup doğrultmalarını ister. Askerlerden birisi silahını kaçakçıya doğrultur, kaçakçı müdahale etmek isteyince tüfek patlar. Tüfeğin karşısında olan Recep, yere yığılır; mermi yanağından girerek kafasını parçalar. O yıllarda ulaşım zor olduğundan olayı duyan köylüler, Recep’i öldüğü yere defnederler. Bundan sonra mezarın bulunduğu o bölge “Askerin Mezarı” olarak anılmaya başlanmıştır.
 
e-mail
 
suat.bjk1903@hotmail.com
corumluyuz-biz@hotmail.com
Suat Kıcık Site Yöneticisi
 
Suat Kıcık Web Site Sahibi&Site Yöneticisi
Bu Alanda Reklamınız Olablir
 
Copyright © 2010 by Suat Kıcık
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol